Alternatif Bir Projeden Popüler Kimliğe: Indie Müzik
Can
Semercioğlu
* Bu yazı Duvar dergisinde yayınlanmıştır.
“Indie”
kavramını son yıllarda çok sık duymaya başladık. Indie kavramı İngilizce’deki “independent” kelimesine, Türkçe’deki
bağımsız/bağımlı olmayan kelimesine karşılık geliyor. Türkiye’de çok fazla
kullanılmamakla birlikte Batı kaynaklı birçok şeyin içinde indie kavramını
bulmak mümkün. Kendi başına çok kuru ve havada duran bir kavram gibi görünüyor
olabilir, ancak önüne getirilebilecek herhangi bir ek onu anlamlı ve işlevsel
kılmaktadır. Örneğin günümüzde toplumsal hareketlerde sosyal medyanın
kullanımının öneminin keşfedilmesiyle birlikte karşımıza çıkan vatandaş
haberciliği (herhangi bir medya eğitimine sahip olmaksızın yapılan habercilik)
kaşımıza indymedia (indie-media/bağımsız medya) olarak çıkıyor. Aynı şekilde
bağımsız sinema örneğinde de bunu görmek mümkün.
Kavramın müzikle karşımıza çıkışı önemli bir yer
tutuyor. Öyle ki, kavram yaygınlaşmasını ve kültürel bir form haline gelmesini
müziğe borçlu. Müzikteki indie kavramı başlı başına bir müzik türünü
tanımlamıyor. Her ne kadar bugün last.fm, Spotify gibi uygulamalarda bir müzik
türü olarak lanse edilse de aslında müziğin yapılış biçimini tarif ediyor. Bu
biçim de her şeyden önce büyük kayıt şirketlerine bağımlı kalmadan özerk bir
müzikal alan yaratılabileceği düşüncesiyle şekilleniyor. Öte yandan bir kayıt
şirketine bağlı olmayan müzisyenlerin bir arada toplanabilecekleri alternatif
bir kayıt imkânını onlara sunan bir alan oluyor. Prosedür de “Do It Yourself
(DIY)” (Kendin Yap) olarak tanımlanıyor. Bu açıdan popüler müziğe (ana akım
müziğe demek daha doğru olabilir) karşı bir tepkiden de söz etmek mümkün. Söz
konusu tepkinin kökenleri de oldukça eskiye dayanıyor. Indie’yi daha yaygın bir
biçimde bugün veya 2000’lerde görsek de bundan elli yıl önceye dayanan indie
girişimleri söz konusu. Ancak 1990’lı yıllarda İngiltere ve Amerika’da oldukça
yaygınlaşıyor ve yüksek sermayeli şirketlere karşı bir tavır geliştiriyor.
Indie müziğin içinde belirli bir muhalifliği ve
sistem karşıtlığını barındırmasının sadece büyük kayıt şirketlerinin müzik
dünyasını hakimiyeti altına almasıyla açıklamak eksik olur. Zira 1980’lerin
sonu ve 1990’larda anarşist eğilimli punk gruplarının bir arada ve sisteme
karşı bilinçli ve bütünlüklü bir çaba geliştirmesinin bunda etkisi yadsınamaz.
O yıllarda toplumsal hareketlerin de anarşizmle sıkı bağlar içine girmesi,
dikeyliğin yerine yataylığın konulmasının bunda etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Sonrasında ortaya çıkan post-punk grupları da indie müziğin ilk halini ortaya
koyan gruplar olmuştur.
Toplumsal
Bir Kimlik Olarak Indie
Diğer sanat dallarına göre müzik görselliği içinde
barındıran bir alan değildir. Bu yüzden görece bir soyutluğu içinde barındırır.
Soyut olmasından ötürü de müziği diğer sanat dallarını ele aldığımız gibi
yalnızca sanatsal koordinatlarından yola çıkarak ele alamayız; onu ancak bir
toplumsal kimlikle tanımlamamız gerekir. Özellikle indie’den söz ettiğimiz için
ve indie’nin ortaya çıkışı da belirli bir tepki örgütlenmesine dayandığı için
ancak ve ancak kimlik örüntülerinden yola çıkarak indie’yi ele alabiliriz.
Indie’nin oluşumu bize başlı başına “öteki”
olanların bir araya gelişini göstermektedir. Ötekilerin bir araya gelişini çok
basit bir biçimde yeni toplumsal hareketlerle bağdaştırabiliriz. Nitekim yeni
toplumsal hareketlerde eski olanın tümden ilga edilip yerine yeni bir siyasal
projenin konması söz konusu değildir. Asıl olan küreselleşen ve tek kutuplu
hale gelen dünyada sistemden etkilenmemek için özerk yaşam alanlarının
kurulmasıdır. Özerk alanlar kurulurken iktisadi sınıf karakterinden kültürel
kimlik karakterine doğru yaşanan geçiş eksen olarak alınmıştır. Cinsel, etnik,
kültürel kimlikler ön plandayken ekonomi temelli kimlikler de dar alt grupların
çıkarlarını koruyan bir yapıya büründü. Burada indie müzikle yeni toplumsal
hareketler arasında güçlü bir bağ kurabiliriz: Indie müzik de kayıt kısmında
ekonomik bir tepkidir; yarattığı toplumsal etki de sözünü ettiğimiz kimliğe
tekabül etmektedir.
Indie’nin tekabül ettiği kimliği en kısa yoldan
“yeni orta sınıf”la açıklamak mümkündür. Indie müzik dinleyicilerinin en önemli
ortak özellikleri sıralayacak olursak;
1- Indie
müzik dibine kadar kentlidir, ancak kent yaşamının dinamiklerini eleştirmekten
bir gram geri durmaz. İngiltere’de indie’nin ortaya çıktığı yıllarda aynı
ülkede Bristol’ün sıkıntılı havasını anlatan trip-hop’ın çıkması bir tesadüf
değildir. Kentin havasını, karmaşasını müziğin sound’una yansıtır.
2- Indie
müzik küçük burjuva kaynaklıdır. Ortaya çıkışındaki punk etkisi ve anarşist
öğrencilerin siyasal eğilimleri göz önüne alındığında bu apaçık ortaya çıkar.
Benzer şekilde bir biçimde hippilikle de bağ kurmak mümkündür. Ancak bu formdan
alınan şeyler sınırlıdır.
3- Indie,
dışlanmışların, ötekilerin ve marjinallerin müziğidir. Müziğin dinleyici
kitlesine bakmak bunun için yeterli olacaktır. Eskiden rock müziğin üstlendiği
işlevi bugün indie rock üstlenmiştir. Elbette rock müziğin önüne indie ekinin
gelmesi rock müziğin kendi başına isyan müziği olmaktan ne derece uzaklaştığını
tartışmaya açan bir şeydir. Ancak bu farklı bir tartışmanın konusu olabilir.
Indie müziğin bulunduğu yeni orta sınıf kimliğinin
en ön plana çıkan noktasını ana akıma karşı olmak gösteriyor. Ana akıma karşı
olmak müzikteki belirli piyasa ilişkilerinin alternatifini yaratmak şeklinde
karşımıza çıkmakla birlikte, kimlik olarak da sistemden zarar gördüğü sürece
sisteme karşı olan ancak sistemden zarar görmediği özerklik alanına sahip
olduğu ölçüde de sistemle derdi olmayan bir kimliği görürüz. Bu kimlik müziği
de önceler ve “dinlediğin şey senin kimliğindir” ifadesini ortaya koyar. Söz konusu
kimlik formunun özelliklerini ilk bakışta görebilmek mümkündür: Spor ceketler,
desensiz ya da minimal ölçüde grunge desenli tişörtler, dar pantolonlar,
kapüşonlu hırkalar, örme kazaklar, Converse-Toms-Vans tarzında ayakkabılar yeni
orta sınıf ve kentli kimliğini en rahat biçimde göreceğimiz eşyalardır. Indie
grupların albüm kapaklarına baktığımızda da son derece minimalist desenler
görürüz. Bu minimalizm çok açık bir biçimde özerk alanı simgeler. Muhalif
kimliğin yanına umutsuzluk karakterini de minimalizm koyar. Yine albüm
kapaklarındaki fotorğaflarda kullanılan filtreler eskiye dönüş temasında
karşımıza çıkar. Bahsettiğimiz bütün yeni orta sınıf kimliği de 90’ların
bunaltıcı kent hayatına gönderme yapar.
Minimalizmin ifadesini müziğin içinde de görmemiz
mümkündür. Örneğin kullanılan armoni son derece kısadır. Belirli bir müzikal
örüntü bütün şarkı boyunca sürekli tekrar edilir. Aynı şekilde davul ritminde
de bunu görmek mümkündür. Herhangi bir yükselme-alçalmadan söz etmek mümkün
değildir, olsa bile çok nadir gerçekleşir. Teknolojinin kullanılması ritmin
sürekliliğini sağlar. Diğer taraftan kullanılan ses efektleri de şarkının
ambiyansını armoniden sonra en belirleyici şey olarak karşımıza çıkar. Ambiyans
ya da süregiden hava en hareketli veya en huzurlu şarkıda bile kendini hüzünle
ve kırgınlıkla gösterir. Müzikal karakterin bu özelliği onun toplumsal kimliği
ile karşılıklı ilişki içinde bulunur. Şarkı sözleri de aynı şekilde minimaldir.
Bir tür parodiden, hicivden, ironiden bahsedilebildiği ölçüde bireyin dertleri
ya da duyguları üzerinden şarkı sözleri kodlanır ve çoğu durumda bütünlüklü bir
anlamdan da söz edemeyiz.
Indie müziğin bu minimal karakteri her şeyden önce
şarkıların yaygınlaşmasını kolaylaştırmaktadır. Indie-pop türünün müzikal
alanda neredeyse üstün konuma çıkması da bunun bir örneğidir. Dolayısıyla
2000’li yıllarda indie müziği 90’lardakine nazaran popüler kültürle daha
bağlantılıdır. Yakın zamanda da en “pop” olarak adlandırdığımız
şarkıcıların-grupların ucundan kıyısından indie’ye bulaştığını görebiliriz.
Bağımsızlık
Pazarlanıyor: Alternatif Olanın Popülerleşmesi
Indie’nin popülerlikle kurduğu ilişkinin kimlik
düzeyindeki yansımasına anlamak için ekonomik düzeydeki ilişkisine de bakmak
gerekiyor. 1990’ların ikinci yarısından itibaren indie daha çok müzik türü
olarak tanımlanmaya başlamıştır. Birçok ana akım müzik şirketi ve dergisi
indie’nin ekonomik bir ekseni olmadığını adeta dayatmıştır. Elbette indie yeni
bir müzikal estetik biçimi getirmiştir. Ancak ilk olarak Music Week dergisi indie’nin
müzik türü olduğunu dile getirmiştir. Yine aynı yıllarda ve özellikle 2000’li
yıllara gelindiğinde indie tarzı pseudo-independent
haline gelmiştir. Burada karşımıza çıkan şey de küçük boyutlu indie kayıt
şirketlerinin farklı düzeylerde büyük kayıt şirketleriyle kurduğu bağ olmuştur.
Indie şirketler büyük şirketlerle düşük düzeyde ortaklık kurarak popüler ve
yaygın olma amacını gütmüştür. Indie’nin gerçekten yaygınlaşıp popüler kültürel
bir form haline gelmesiyle beraber büyük şirketler indie kayıt şirketlerini
satın almaya, hatta sermayesini kendilerinin oluşturduğu küçük ölçekli indie
şirketler kurarak kayıt yapmaya başlamıştır. Bugün üç tür indie kayıttan söz
etmek mümkündür: Birincisi kendi kendilerine var olan ikincisi piyasa
ilişkilerini umursayan, üçüncüsü de büyük şirketlerin gölgesinde iş yapanladır.
Birincisi çok küçük bir azınlığı oluştururken –ki zaten popülerleşme konusunda
sıkıntılarla karşılaşmış/karşılaşmaktadırlar-, ikinci ve üçüncüsü pastanın
büyük payını oluşturmaktadır. O yüzden günümüzde tam anlamıyla indie’den söz
etmek mümkün değildir, indie olarak tanımlanan kayıtların çok büyük bir
çoğunluğu pseudo-independent’tan
öteye gidememektedir. Dolayısıyla karşımıza çıkan şey sisteme muhalif ve
alternatif olanın sistem tarafından kullanılmasına ve böylece sisteme kanalize
olmasına sebep olmaktadır.
Indie’nin büyük şirketlerle ilişkilenmesi ve artık
onlar tarafından neredeyse belirlenir hale gelmesi kimlik düzeyinde
popülerliğin değişimini bize göstermektedir. Bu da yeni orta sınıf kimliğinin
sistem karşıtlığıyla olan bağının sınırlılığını bize göstermekle birlikte
kendisini toplumsal olarak göstermek için sistemle uzlaşabildiğini ortaya
koymaktadır. Günümüzde yukarıda bahsettiğimiz indie kimliğini simgeleyen
objelerin moda ve yaşam biçimi akımlarında çokça kullanılması bir tesadüf
değildir. Çok açık bir biçimde indie’nin bağımsızlığı pazarlanmaktadır ve
sistem içine alınarak muhalif kimliği eritilmektedir. Müzikal düzene
karşıtlıktan müzik türüne oradan da büyük şirketlerle uyuma gelinmesi ile
kültürel form arasındaki ilişkinin birbirine koşutluğunu gözden kaçırmamak
gerekir. Söz konusu kentli, yeni orta sınıf kimlik Alan Touraine’in belirttiği
üzere koşullar uygun olduğu takdirde mainstream’e
geri dönmeyi başarmıştır ve marjinalleşmiş ama bu da reddettiği dünyaya girme
arzusunu da korumuş bir topluluğun bir sonucudur. (Touraine, 2012: 214-35).
Indie’nin sistemle uyuma varacak ve kendini
bağımsızlığı pazarlayacak derecede dönüşmesi kendi karşıtını yaratan bir şeye
karşı tepkisi olmasına rağmen, kısa sürede karşı çıktığı şeyin bir parçasına
dönmesini veya dönüştürülmesini beraberinde getirmiştir. Günümüzde indie’nin
gelmiş olduğu durum da onu bir müzik türü olmaktan öteye götürememektedir.
Bugün ne kayıt ilişkilerinde ne de şarkılarda sermaye muhalifliğini görmek
mümkün değildir. Bunun yerine kimliklerin özerkliğinin, alternatifliğinin ve
bağımsızlığının pazarlanmasından söz etmek mümkündür. Bunların bir sonucu
olarak sermaye ilişkilerinin kendi gölgesinde bulunmayanı yok etmek yerine onu
kendine kanalize ettiğini görürüz. Bu yalnızca müziğin krizi de değildir; aynı
zamanda yeni toplumsal hareketlerin siyasal kimliğinin de krizidir. Krizden
kurtulmanın yolu da bütünlüklü bir proje geliştirmekten geçmektedir.
EK OKUMALAR VE KAYNAKLAR
Alain Touraine (2012) Modernliğin Eleştirisi, YKY
Can Semercioğlu (2013) Gündelik Hayatın
Postmodernleşmesi: Geçmişin Anlatı Olarak Tüketimi Bağlamında Gündelik Hayatın
Kendini Yeniden Üretemeyişi, Sosyologca, Sayı 6, ss. 125-137
David Hesmondhalgh (1999) Indıe: The Instıtutıonal Polıtıcs
And Aesthetıcs Of A Popular Musıc Genre, Cultural Studies, 13:1, ss. 34-61
Holly Kruse (1993) Subcultural Identity in
Alternative Music Culture, Popular Music, Vol. 12, No. 1, ss. 33-41
Ryan Hibbett (2005) What Is Indie Rock?, Popular
Music and Society, 28:1, ss.55-77
Yorumlar
Yorum Gönder