Süreyyya Evren, Tercüman (Eleştiri/Varlık)

Can Semercioğlu

Varlık Dergisi'nin Temmuz 2014 1282. sayısında yayınlanmıştır. 

Süreyyya Evren, yaklaşık bir yıl içinde yayınlanan üçüncü romanıyla karşımıza çıktı: Tercüman’la. Tercüman, bir yıl içinde Evren’in yazdığı üçüncü roman. Üçü arasında belirli paralellikler ilk elde göze çarpıyor. Hiç Kimseyi İlgilendirmeyen Kişisel Bir Felaket’te gördüğümüz kentli birey kaygıları Başbakan’ın Krallığı’nda açıktan politik bir havaya bürünüyor. Tercüman’da da politik eleştirinin farklı düzeylerde devam ettiğini görüyoruz. Evren’in bu seferki anlatısı biraz daha karmaşık yapılanmış, olayın içine dâhil olmak için daha çok çaba sarf etmek gerekiyor sanki. Ancak Evren’in Tercüman’a da başarılı bir biçimde yedirdiği hicivli dil, ayrıntılarda kendisini öylesine açığa çıkarıyor ki, bana kalırsa Evren’in romanlarını bütünlükten tamamen kopma pahasına ayrıntılarla okumayı gerektiriyor. Romanlarında bütünlüğü kuran şeyin ayrıntılar olduğu da söylenebilir.

Evren, romanında gündelik hayattaki dönüşümümüzü yüzümüze vuruyor. Hepimizin artık birer gösteri toplumunda yaşadığını, kendini göstererek var olduğunun üzerinde duruyor. Çok sıradan ilişkilerdeki hırslar, iki kişi arasında gerçekleşen – ama çoğunlukla bu zaten fark edemeyeceğimiz bir siniklikle ve sakinlikle yaşanır ve biter – insanlık için küçük ama onlar için çok büyük iktidar mücadeleleri, kariyerizm, ayak kaydırma oyunları aslında romanın ana konusunu oluşturuyor: “Bitmek bilmeyen hayat hikâyeleri, konuşulamazlıkla mücadele gerektiren meseleler. Sürekli haksızlığa uğrama, anlaşılamama ve kurban olma anlatısı, bitmek bilmeyen hep benim başıma bir şeyler geliyor fikri”.
Hiçbir yerde tutunamamanın verdiği sıkıntılı ruh hali de insanları farklı arayışlara itiyor. Bunun sonucu olarak da karşımıza girişimci ruh çıkıyor. Sistemin çarklarından çıkma girişiminin girişimcilikle sonuçlanması da son derece katastrofik. Aslında sistemin bizim küçük hazlarımızı, arzularımızı nasıl dönüştürdüğünü anlatıyor. Bunu yaparken kültürel hafızamıza yaptığı çok ince göndermelerle beraber yaşattığı epifaniyi doğrudan bir imgeyle buluşturabiliyor. Örneğin bankadan kredi çekmeye çalışırken o andaki kırılganlık duygusunu çok iyi biliriz. Evren tam da bu noktada müdahale ediyor: Hamur kullanılarak dişe yapılan krediye uygunluk testi, bankanın hayatımız hakkındaki bütün bilgiye sahip olması ve bunları kontrol de edebiliyor olması… Evren bu pasajlarda bize Büyük Öteki’nin gittikçe büyüdüğünü, öte yandan da bilginin sermaye için olmazsa olmaz haline geldiğini gösteriyor.

Kitaptaki cinsellik göndermeleri de son derece ciddi sonuçlar içeriyor. Mesela, Körlemesine Randevu. İki kişi sponsorlarca hazırlanarak üzerlerinde mikrofon oldukları ve izlendiklerinden habersiz bir şekilde dating yapıyorlar. Tanışmanın başarıyla sonuçlanıp sonuçlanmamasından haz duyan kişi ise bir başkası oluyor. Cinsel güdüler, duygusal gelgitler ve heyecanlar – elbette hiçbiri taklit değil, tamamen gerçek – zenginler eğlensin diye pazarlanıyor. Bir nevi postmodern saray soytarılığı, dalkavukluk. Böylece arzular bir başkasının arzusu haline geliyor. Yahya karakterinin BDSM kulüp açma çabasının anlatıldığı bölümler ise çok dikkat çekici ve biraz önce bahsettiklerimizle yakından ilgili. Yahya bu işte başarılı olmak için göstermelik davranıyor, Perihan karakterine ve diğerlerine kendini anlatıyor, ama en nihayetinde artık fikrini anlatmaktan soğuyor – o denli fikriyle özdeşleşmiş çünkü. Evren’in romanda anlattığı BDSM fikrinde cinsellikle ilgili göndermeler son derece keskin. Yahya, BDSM ile gerçek ve kültürlü bir seks yaşanabileceğini, burada insanların üst düzey bir cinselliğe sahip olacaklarını ifade ediyor. “Bu gece tam bu anda dünyada ne kadar seks olduğunu hayal et”, diyor ve sorusuna kendisi cevap veriyor: “Sence bunun ne kadarı tecavüz, doğrudan para karşılığı seks, yani profesyonellik, eskortluk, fahişelik, ne dersen, ne kadarı dolaylı çıkar amaçlı seks, yükselme arzusu, dolaylı ödemeler içi yapılan seks ve ne kadarı salt doğrudan para veya kariyer için olmasa da zorunlu, maruz kalınan seks, buna bir sürü evlilik ve ilişki için istenmeyen seksin dâhil olduğunu da ekleyelim…”

Yahya başka bir yerde “gerçek hayatın pornoyu taklit üzerine kurululuğu”ndan söz ediyor. Yani gerçek bir seksten söz etmek mümkün değil. Artık herkes pornoyu taklit ediyor. Erişmesinin mümkün olmadığı bir arzuyu, fantazmatik bir nesneyi taklit ediyor ve bununla bir kademede özdeşleşiyor. Olmak istediği şeyi yaşamaya başlıyor; peşinde yığınla eksiklik bırakarak. Sanal olanın kendisi, bizi temsil ettiğini iddia eden şeyin kendisine öykünerek onun gibi olmaya çalışıyoruz. Diğer taraftan istemediğimiz arzuları da istiyormuş gibi yapıyoruz. Romandaki Körlemesine Randevu’lar, istenmemesine rağmen isteniyor olduğuna kendini ikna ederek çekilen banka kredileri… Evren, bize tam da bunları anlatıyor – bu anlatılarda hem saf arzudan uzaklaşmamızı, hem de sistemin bize dayattığı kimlik ve arzuları şöyle ya da böyle benimseyişimizi görmek mümkün. Bu açıdan Tercüman’ın çarpıcı bir roman olduğunu söyleyebiliriz.

Tercüman karakteri ise sanki bu yazıda sözünü ettiğimiz temaları birer birer içinde barındıran, ama -mış gibi yapmayı da çok iyi bilen, iyi bir girişimci ruhuna sahipmiş gibi görünüyor. Tercüman aslında bir dilden başka bir dile tercüme yapan bir karakter değil, gördüğünü -mış gibi yaparak tercüme eden bilincin kendisi rolüne soyunuyor: bizim bilmemize rağmen yine de yapıyor olduğumuz şeye – Zizek’in Marx’tan devşirerek yeniden tanımladığı “ideoloji”ye.

Evren, romanında mutlak bir karamsarlığa kapılmış değil. Sıkışmışlık duygusunu da mizahi bir dille anlatıyor, ancak onun dozunu yumuşatmak için değil, buna sebep olan şeyle alay etmek için. Roman boyunca örgütten, Gladio’lardan söz ediyor. Temsilin benlik haline gelişini bir de Musa Mert’in babasının ağzından sorguluyor: “Kendini sürekli isyan ediyor görünmek için sürekli bir şeyler yapması gerektiğini zannedenlerle bir tutma, onların ne oyuncağı ol ne de onları yönetmeye gönül indir”. Örgütün ve Gladio’ların belli-belirsiz, gerçek mi yoksa hayal mi olduğunu kestirmenin güç olduğu romanda Evren bize otobüse asılan bir pankart üzerinden ironik bir yol da gösteriyor: “YAŞASIN ÖRGÜTÜN ÖRGÜTSÜZLÜĞÜ VE YAŞASIN ÖRGÜTSÜZLÜĞÜN ÖRGÜTÜ”.

Tercüman, bu yönleriyle ayrıntılarına ve satır aralarına odaklanıldığında bize derinden bir sistem eleştirisi sunuyor. Ancak üst siyasetin diliyle ve onların kaygılarından türeyen bir eleştiri değil bu. Tam tersine gündelik hayatın içinden, sürekli içinde bulunduğumuz ve önemsemediğimiz küçük ilişkilerden, hazlardan ve arzulardan ortaya çıkan bir eleştiri.



Yorumlar

Popüler Yayınlar